İstanbul’un kalabalığına yakın olmasına rağmen huzurlu atmosferiyle şehir hayatından kilometrelerce uzaktır Büyükada. Tarihî güzellikleri, görkemli köşkleri ve masalsı sokaklarıyla ziyaretçilerini ağırlayan adaya bu yıl İstanbul Bienali de uğruyor.
Büyükada iskelesinde vapurdan inip meydanı geride bırakınca
İstanbul’dan tamamen koptuğunuzu hissedersiniz. Oysa ada şehre yakın; vapura
Eminönü’nden bindiyseniz bir buçuk saat, Bostancı’dan bindiyseniz yarım saatten
biraz fazla sürüyor. Bu kısa yolculuğun sonundaysa sizi bambaşka bir atmosfer
bekliyor; yemyeşil çam ağaçları arasında iki üç katlı tarihî ahşap köşkler;
küçük plajlar ve güzel koylar, yürüyüş ve bisiklet yolları, çay bahçeleri,
piknik alanları...
Büyükada ne çok büyük ne de bir günde her köşesi gezilebilecek
kadar küçük. İstanbul’un Marmara Denizi’nde Prens Adaları adıyla kümelenmiş
dokuz adanın en büyüğü olduğu için bu ismi almış. Uçtan uca en uzun mesafesi
dört kilometreden; Müslüman, Hristiyan, Musevi, Ermeni ve Rumlardan oluşan
nüfusu ise 7 binden biraz fazla. Huzurlu, sakin ve metropol kargaşasından
uzakta, kendine özgü bir yer burası. Özellikle yaz aylarında İstanbullular
buraya günübirlik geliyor veya hafta sonunu otellerde, pansiyonlarda geçiriyor.
Ve sonbahar geliyor. Plajlarda pek kimse kalmıyor,
piknikçilerin sayısı azalıyor; sokaklar adalılara kalıyor. Doğrusu, adada gezi
mevsimi de asıl o zaman başlıyor. Bisikletle gezenler daha rahat ediyor; Roma
dondurmacılarının önündeki kuyruklar kısalıyor. Diğer yandan, Büyükada bu yıl
İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından düzenlenen 16’ncı İstanbul
Bienali’nin bir bölümüne ev sahipliği yapıyor. Pasifik Okyanusu’nun ortasında,
genişliği 3,4 milyon kilometrekare, ağırlığı ise 7 milyon ton olan devasa atık
yığınına işaret ederek “Yedinci Kıta” başlığıyla düzenlenen bienal, bu yıl
çevre sorunlarına odaklanıyor. Ücretsiz gezilebilen, 10 Kasım’a kadar sürecek
bienal kapsamında Büyükada’da açılan sergileri ziyaret etmek isteyenler için
çarşamba, cumartesi ve pazar günleri uzman rehberler eşliğinde turlar
düzenleniyor. Sergi mekânları olan Mizzi Köşkü, Hacopulo Köşkü, Taş Mektep ve
Anadolu Kulübü gezilip görülecek diğer yerlere de çok yakın. Dolayısıyla
Büyükada’ya gelecekleri keyifli gezilerin yanı sıra sanatla iç içe bir gün de
bekliyor.
Adada resmî hizmete mahsus araçlar dışında motorlu araç
bulunmadığından yürümek veya bisiklete binmek gibi iki sportif seçeneğiniz var.
Faytonlar elbette çalışmaya devam ediyor fakat atları yorarak yol üstünde
ölümlerine yol açan bu keyif turlarına karşı büyük bir tepki var. O yüzden en
güzel seçenek çarşıdan bisiklet kiralayıp pedal çevirmek. Burada “büyük tur” ve
“küçük tur” diye tabir edilen ve bazen ortak hatları kullanan iki ayrı gezi
güzergâhı adanın en popüler rotalarını oluşturuyor. Fakat bir harita alırsanız
hem güzergâhtaki yerleri daha iyi tanır hem de farklı rotalar
oluşturabilirsiniz.
Çarşısındaki mağazaları, takı tezgâhlarını ve kafeleri
geçtiniz, Saat Kulesi’ne geldiniz. Şimdi Kolbaşı Sokak tabelasını takip edin.
Önce San Pacifico Latin Katolik Kilisesi’ni ve onun muhteşem bahçesini,
ardından da adanın en güzel evlerini göreceksiniz. XIX. yüzyıla uzanan ahşap
konak ve köşklerin, Neo-Barok, Neo-Gotik, Neo-Grek, Ampir, Neo-Klasik ve
Anglo-Sakson stillerinin görüldüğü yapıların, eski İstanbul evlerinde kullanılan
çıkmalı, bitişik nizam, küçük ve yalın geleneksel Türk evlerinin masalsı
atmosferinden sonra yol sizi Kadıyoran Caddesi’ne çıkaracak ve adanın en eski
kilisesi olan İsa Rum Manastırı karşınıza çıkacak. Biraz daha yürüyüp adanın
maden tarafına ulaştıktan sonra Adalar Caddesi üzerinde dünyanın en büyük
ikinci ahşap binası olan Büyükada Rum yetimhanesi görünecek. Hâlen metruk hâlde
olan Yetimhane, adanın gizemli eserlerinden biri. Bu yol üzerinde göreceğiniz
diğer önemli yapılar Rum Kilisesi ve Adalar Müzesi olacak. Bu sırada keyifli
bir mola vermek isterseniz Lunapark Restaurant'ta lezzetli yemekler
yiyebilirsiniz.
Şimdi sıra adanın en zorlu yürüme parkurunda. Terleten uzun
ve ağaçlık bir yokuş sizi Aya Yorgi Kilisesi’nin bulunduğu tepeye çıkaracak.
Hedefe yaklaştığınızı yolun iki yanındaki ağaçlara düğümlenmiş dilek
çaputlarından anlayacaksınız. Nihayet karşıda Aya Yorgi Kilisesi... Adanın
sembol binası her yıl yerli ve yabancı ziyaretçilerin akınına uğruyor, Marmara
Denizi’ne tepeden bakan eşsiz konumuyla herkesi büyülüyor. Hâlâ bir şey
yemediyseniz muhteşem manzaraya bakan keyifli kır lokantası Yücetepe’ye
uğrayabilirsiniz.
Dönüş yolunda Nizam ve Çankaya caddelerinden geçerek adanın
en görkemli yapılarını görüyoruz. Nizam Caddesi’ndeki Con Paşa Köşkü, Midilli
doğumlu Con Paşa tarafından 1880’de yaptırılmış. Bahçesindeki heykellerle mini
bir açık hava müzesini andıran bu köşk, etrafını saran ahşap sütunlu
balkonları, çatı kuleleri ve ahşap süslemeleriyle adanın en ihtişamlı
yapılarından biri. Nizam Caddesi’nden denize inen Hamlacı Sokak’ta, Kızıl
Ordu’nun kurucusu, Sovyet lider Lev Troçki’nin sürgün yıllarını geçirdiği köşk
yer alıyor. 1929-1933 yılları arasında adada yaşayan Troçki’nin 3 bin
metrekarelik alana inşa edilmiş, denize nazır evinde son kitaplarını yazdığı
biliniyor. Yine Nizam Caddesi’nde yer alan Agasi Efendi Köşkü ile Çankaya
Caddesi’nde bulunan, Hatırla Sevgili dizisinin çekildiği Yalman Köşkü de
görülmeye değer. Kırmızı duvarlarıyla dikkat çeken ve İstanbul Bienali
mekânlarından biri olan Mizzi Köşkü de yol üstünde karşınıza çıkacak görkemli
köşkler arasında.
Büyükada’ya gelip bu kadar gezdikten sonra akşam yemeği tam
bir ödül olacak. Balık sezonundayız ve ağırlıklı olarak sahil bandındaki
Gülistan Caddesi’nde sıralanan restoranlar oldukça maharetli. Topikten Girit
ezmesine kadar Türk mutfağına dâhil olmuş birçok meze ve zeytinyağlı seçeneği
balığın en güzel eşlikçileri olarak büyük ilgi görüyor. Hamsi, barbunya,
levrek, lüfer, sardalya ve palamudun en tazesini ekim ayında yiyebilirsiniz.
Balıkla aranız yoksa ada, kebaptan taş fırın lezzetlerine kadar birçok seçenek
sunuyor. Dondurma hâlâ gözde ama sıcak bir tatlı isterseniz lokma yemeden
dönmeyin.
